14 Aralık 2012 Cuma

Altın Külçe


Londra'dayken Bank of England'ın müzesini ziyaret etmiştim. Müzede birçok eser ve değerli bilgi bulunmaktaydı. Bunları özetlemek gerekirse; banknotlar, bozuk paralar, kağıt paralar, kitaplar, altınlar, gümüşler, fotoğraflar, heykeller ve bankada kullanılmış aletler... Londra'ya gitmeden bu müzeyi, ziyaret edeceğim yerler arasına eklemiştim. Birçok yerde de bu müzeden pek bahsedilmez; ama benim için bir öneme sahipti, ilgimi çekiyordu. Birçok eserin yanında müzeyi daha da ilginç hale sokan bir durum söz konusuydu. Bundan bahsetmem gerekirse müzenin içerisinde elinize alabileceğiniz bir altın külçe yer almaktaydı. Açıkça söylemek gerekirse hayatımızda altın külçe görmek herkese nasip olabilecek bir şey değildi. Gerçi kuyumcularda 0.50 gram veya 100 gramlık altınlardan bahsetmiyorum. Bank of England'da görebileceğiniz rezervlerdeki 13 kg'lık %99.99 saflık oranında ki altın külçelerden bahsediyorum.

Bank of England'ın altın rezervlerini gösteren bir video izledim. Çok heyecan verici bilgiler içeriyor. İzlemenizi öneririm.




 


4 Aralık 2012 Salı

Beni Sever Misiniz?


Bazen insan hiç tanımadığı birine hayranlık duyabilir ve sevebilir. Benim başıma bir kez gelmişti. Ben bir kez tanımadığım birini sevmiştim. Bu durumu ona söylesem mi diye düşünürken, olumsuz bir cevap yüzünden vazgeçmiştim. Ama ya sonrasında?


… İlk defa gittiğim ve bir daha asla gitmeyeceğim bir mekândaydım. Ben boş olan bir yere, etrafa hâkim olabilecek bir yere kuruldum. Çantamı koyup, oturmanın rahatlığını yaşıyordum. Buraya ulaşabilmek için saatlerce ayakta yolculuk etmiştim. Kapanış saatinden önce geldiğim için mutluydum. Kalabalık yoktu. Ortamda bunaltıcı olmayan bir ısı vardı. Görevlilerin mesai saatinin bitecek olmasından dolayı, yüzlerinde bir rahatlama vardı.

Bu rahatlama tebessüme de dönüşmüş olmalı ki, çok kibar bir şekilde bana seslenildi. “Alper Bey”. Bu tavır karşısında, ben de rahatlamış ve tebessümle sese yönelmişim. Kibar olan ben, daha da kibarlaşmışım. Görevliyle çok hoş ve güzel bir ses tonlamasıyla konuşmuşuz. Bu sırada içeri biri girer. Sade bir karakter… Derin bir çekiciliği olan biri… Bu güzelliği herkesin görebilmesine imkân ve ihtimal yok. Yalnızca benim gibi biri görebilirdi. Onu gördüğüm gibi benimsedim. Onu ben yaptım. Ben o oluverdim.

Onu yalnızca benim görebildiğimi söyledim; çünkü birini sevdiğiniz zaman, başkası onu göremez varsayarız. Öyle de oldu. O anda onu sevmeye başladım. Etrafımdakilerin bundan haberi yoktu. Etrafımda gördüğüm kişilerle hayatımda ilk kez karşılaşmıştım. Bu yüzden onlara bu sevgimden bahsetmeme gerek görmedim. Tıpkı sevdiğimle ilk kez karşılaştığım gibi.

Ancak ben bu etkilenişimi, kendime saklayacak biri değildim. Görevlinin bana dokunmasıyla gözlerimi ondan çevirdim.

“Alper Bey, sanırım daldınız. Beni duymadınız, değil mi?”

“ Affedersiniz, evet duymadım. Lütfen tekrarlar mısınız?”

Görevliyi dinlerken aklım onun nerede olduğundaydı. Görevliye arkamı dönerek ona bakamazdım. Mecburen görevlinin sözünü bitirmesini bekledim. Söz biter ve evrakları doldururum. Artık bakabilirim diye başımı çeviririm ki, yanıma gelmiş. Bir heyecan, bir titreme, bir afallama… Kim olduğunu unutturacak cinsten.

O tıpkı benim gibi bir ses tonuyla görevliye seslendi. Çok şaşırmıştım. Aynı ses tonunu paylaştığımız için. Görevli bu ses tonundan da memnun olmalı ki gülümsedi.

Görevli söze girer: “Buyurunuz hanımefendi.”

O bir şeyler söyler görevliye; lakin duymam. O sırada onun güzelliğini seyretmeye dalmışım. Kimsecikler benim onu izlediğimi görmez.

Görevli: “ Alper Bey’le işleminiz aynı, siz şu evrakları doldurun ve biraz bekleyin.”

Ben bu fırsatı hemen ele geçirip.

“ Yardım ister miydiniz?”

“Hayır.”

Hayır, olamaz vereceği cevap bu olmamalıydı. Evet demeli ve benimle tanışmalıydı; fakat olmadı. Bir anda yüzüm asık bir şekilde önceden oturduğum yerime gittim. Kendime çok kızdım. İçsel bir konuşmaya adım atmıştım. İçimdeki tezatlık uyanmıştı.

“Neden tanımadığın birine yardım edersin ki?”

“İyi de yardım etmedim, hem fırsatını bile vermedi.”

“Ne yani, sen ona yardım ettin diye arkadaş mı olacaktınız?”

“Hem yardım tanıdığım kişilere mi edilir? Sen önce bunu cevapla.”

“Yardım, yardıma ihtiyacı olanlara edilir.”

“Peki, onun ya yardıma muhtacı varsa.”

“Saçmalama tanımadığın birinin yardıma muhtaç olduğunu nereden bilebilirsin.”

“Senin bu sinirin olumsuz cevap almaktan kaynaklanıyor.”

“Evet. Evet deseydi durum çok farklı olurdu ikimiz açısından.”

“Ne olurdu mesela?”

“Mesela yardımdan sonra ne konuşacağım hakkında birbirimizle tartışırdık.”

“Yani ortak noktalarımız olabilir diyorsun.”

“Evet, aynen öyle demek istiyorum; ama bu dediklerim şimdiyi kapsamıyor. İkimiz de ayrı noktalardayız.”

“Peki, şimdi ne olacak?”

“Konu kapanmıştır. Onunla bir daha konuşmayacağım.”

“Sanırım haklısın. Ben de onunla bir daha konuşmayacağım.”



İçsel konuşmamda bir sonuca vardıktan sonra gözlerimi yerden ayırdım. Yere doğru eğik olan başımı kaldırdım. O, görevliyle işlemini bitirmiş olmalı ki yanıma geldi.

“Oturabilir miyim?”

Hayır diyebilirdim. Birkaç saniye duraksadım. Bir şey diyemedim. Hayır demek içimden geçiyor; ancak ona olan o duygularım, azalsa da devam ediyordu. Sorusunu yanıtsız bırakmıştım.

“En iyisi oturayım. Kusura bakmayın. Kötü bir gün geçirdim. İçimdeki bütün nefreti bir hayırda toplayıp atıverdim. İyi ki de atıverdim; çünkü şu an kendimi çok iyi hissediyorum. Üzgünüm; çünkü bu hayır size denk geldi. Sizi kırmak istemezdim. Bilinçli olan bir şey değildi. Yanlışlıkla size söyledim. Sizden özür diliyorum. Az önce de görevliyle bu hatamın üzerine konuştuk. Sizi kırdığımı o da fark etmiş. Tabi bunu bana söylemedi. Ben ona: “Az önceki beyefendinin adı neydi?” diye sordum. Görevli de “Alper” dedi. Ben de galiba Alper Bey’e saygısızlık ettim diye söylendim. O da cevap vermese de beni tasdikledi. Bu durumdan duyduğum utancımı gidermek istiyorum. Özür dilerim Alper…”

“Önemli değil; ama böyle bir açıklama yapmanız gerekmiyordu. Anlam veremedim doğrusu.”

“Yanlış anlamayın; ama bana nasıl baktığınızı gördüm. Yani fark ettim.”

“Anlamadım. Nasıl bakıyor muşum?”

“Sevgiyle”

“Çok mu belirgindi?”

“Hayır, çünkü ben size sevgiyle bakıyordum. Bu yüzden sevgiyle baktığınızı söyledim. Sanırım yanılmamışım siz de benim gibi sevgiyle bakmışsınız.”

“Yani demek istediğiniz...”

“Evet, size sevgiyle baktım.”

“Ama ilk kez karşılaşıyoruz.”

“Evet, ilk kez karşılaşıyoruz. Hem bu soruyu siz cevaplandırın. Neden bana sevgiyle baktınız?”

“Şey sanırım sizden hoşlandım. Sizde olan sevgiyi gördüm. Yalnızca benim görebileceğim bir sevgiyi gördüm.”

“Ne yani şimdi de siz mi beni sevdiğinizi söylüyorsunuz.”

“Aslında ilk konuşmamızda size yönelteceğim bir soru tasarlamıştım.”

“Neymiş o?”

“Beni sever misiniz?”



Ahmet Alper

16.02.2011

 

2 Aralık 2012 Pazar

Holi Fest


Geçen günlerde dünyanın en muhteşem festivalleri neler diye bir araştırma yaparken, holi festivaline rastladım. Görsel olarak gerçekten çok muhteşem görüntülerin oluştuğu bu festivali sizlerle paylaşmak istedim.


18 Temmuz 2012 Çarşamba

Üniversite Tercihi Yaparken Öğrenci Kulüp Faktörü


Üniversite Tercihi Yaparken Öğrenci Kulüp Faktörü
Üniversite Tercihi yaparken üniversitenin eğitim kalitesinin yanı sıra öğrenci kulüplerinin de aktifliğini önemsemek gerekiyor. Üniversitelerdeki sosyal aktiviteleri, etkinlikleri ve üniversite ortamını oluşturan esas yapı öğrenci kulüpleridir. Bir üniversitede ne kadar aktif kulüp var ise, o üniversitenin sosyal ortamının o derece zengin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.


Bankacılık ve Finans Kulübü olarak bu olgunun bilincinde olup, aday öğrencilerin üniversitemi araştırırken öğrenci kulüplerine de göz atmalarını tavsiye ederim. Okulumda Bankacılık ve Finans Kulübü gibi birçok aktif kulüp bulunmaktadır. Bu kulüpler sayesinde birçok farklı aktivitelere ulaşma imkânımız oluşuyor. Öğrencilik hayatımız bitince yapamayacağımız etkinlikleri emin olun, öğrenci kulüpleri aracılıyla yapabilirsiniz.

10 Temmuz 2012 Salı

13 Haziran 2012 Çarşamba

Bankacılık ve Finans Kulübü


2011-2012 eğitim döneminde İstanbul Ticaret Üniversitesi Bankacılık ve Finans Kulübü'nün yönetimde yer aldım ve aynı zamanda Başkan Yardımcılığı görevini yaptım.

Bu yazıyı yazmamın sebebi; bu dönemde neler yapmış olduğumu ve çıkardığım dersleri öğrenci kulübü kuracak arkadaşlara tavsiye olsun diye yazıyorum.

Bankacılık ve Finans Kulübünün kısa tanıtımını yapıp benimle birilikte bu dönemde neler yaptığımızı, neleri başardığımızı ve ne tür sorunlarla karşılaştığımızı anlatacağım. Bundan da önemlisi kendi yaptığımız işleri eleştireceğim.

9 Haziran 2012 Cumartesi

2008 Krizi Sonrası İspanya'nın Durumu

Dostlarım Tuğba Vatan, Merve Kızılkaya ve Hebun Sancar ile birlikte yapmış olduğumuz Makro Ekonomi dersi için Proje Ödevimiz: 2008 Krizi Sonrası İspanya'nın Durumu

2008 Krizi Sonrası İspanya'nın Durumu


 

15 Nisan 2012 Pazar

Hayatta başka neleri kaçırıyoruz?


Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC’de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

28 Mart 2012 Çarşamba

Sezai Karakoç Gün Doğmadan Belgeseli

Sezai Karakoç
Sezai Karakoç’un hayatını, mücadelesini ve düşüncesini anlatan Gün Doğmadan belgeselini yayınlıyorum. 

Sezai Karakoç'un defalarca okunması görüşündeyim. Okuyanı her okunuşta farklı düşüncelere bürür. 

Şiirlerinden bazı satırları örnek vermek gerekirse;

yağmurlardan sonra büyürmüş başak  
meyveler sabırla olgunlaşırmış 
bir gün gözlerimin ta içine bak 
anlarsın ölüler niçin yaşarmış... 

Bir başkası ise: ... 

ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı 
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum 
gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın 
ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum 
ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum... 


gibi nicelerce satırlarını paylaşmak mümkün.

Bana göre Sezai Karakoç'u  tanımaya başlamak için kesinlikle okunması gereken şiirleri vardır. Bunlar: Mona Rosa, Köşe, Karayılan, İnci Dakikaları, Ötesini Söylemeyeceğim, Ağustos Böceği Bir Meşaledir ...


Gün Doğmadan Belgeseli 110 dakika uzunlukta. Belgeselde birçok değerli kişi Sezai Karakoç hakkındaki görüşlerini de belirtiyor. Belgeseli uygun bir vaktinizde izlemenizi öneririm.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Bir Jeremy Lin Hikayesi

Severim böyle hayat öykülerini...
Tayvan asıllı Jeremy Lin'in inancının nasıl başarıya dönüştüğünü yazacağım.

Jeremy Lin'in ailesi 1970 yılında Tayvan'dan Amerika'ya göç etmiştir. Ortanca çocuk olarak 1988 yılında doğdu. Kardeşlerine basketbol öğreten babası, Jeremy için farklı planlara bürünmüştür. Ailesi üstün zekasından dolayı Jeremy'in kariyer yapmasını istiyordu. Gençliğinde basketbol oynamak istese de çelimsiz vücudu buna engel olmuştu.  


Lise yıllarında basketbol için çok çalışan, vücudunu güçlendiren ve yeteneğiyle kendinden söz ettirmeye başladı.Lisedeki basketbol kariyerini DVD'ye çevirip Ivy League'ndeki bütün okullara kayıtlarını göndermişti. Hayalinde UCLA ve Standford'dan spor bursu alabilmek vardı. Bu bursu sağlayamadı. 
Harvard Üniversite'sinde Ekonomi okumaya başladı. Spor bursu olmamasına rağmen okulun basketbol takımında yer almayı başardı. Harvard'dan başarılı bir şekilde 3.1 ortalama ile mezun oldu.

Basketbol profesyonel kariyeri mezun olarak başlayacaktı; yalnız yine Jeremy'i engelleyen bir şey oldu. Jeremy 2010 Draft listesinde yer almıyordu. Halbuki Harvard Üniversitesinde başarılı bir grafik çizmişti. İnancına bağlılığı bitmiş olmamalı ki, Amerika'nın en iyi üniversitesinden çok güzel bir ortalamayla mezun olmuştu. Üstün zekasıyla finans alanında kolaylıkla iş bulabilirdi; ancak Jeremy yılmadı ve inancının peşinden devam etti.

O yaz Dallas Mavericks'in Yaz Kampına katıldı. Yaz liginde oynamaya başladı ve tekrar yakaladığı güzel ortalmayla üç takımın ilgisini çekti. Golden State Warrirors takımı, Jeremy'i Asyalı kişileri salona çekebileceği için bir kontrat imzalattı. Jeremy'i de evine daha yakın olmasından dolayı Golden State Warrirors takımını seçti. 2010-2011 yılını maç başına 2.6 sayıyla bitirdi.

2011 yılında NBA'nın lokavta girmesiyle sözleşmesi sona erdi. Çin'den teklifler almaya başlayan Jeremy teklifleri kabul etmedi.  Lokavtın sona ermesiyle birlikte Houston Rockets ile anlaşmaya vardı. İki hafta olmadan Housten Rockets takımından yollandı. Ardından New York Knick takımı ile anlaşmaya vardı. Bu takımda da bir an için yer edinemeyeceğini düşündüğünden abisinin kaldığı evdeki kanepede uyuyordu. New York Knicks takımında sakatlıklar baş göstermeye başlayınca koç mecburen Jeremy Lin'i ilk beşte başlattı ve ilk oynadığı maçta 25 sayı, 5 ribaunt ve 7 asist ile tamamladı. Yıldızlaştığı maçtan sonraki 8 maçta da ilk beşin vazgeçilmez oyuncusu oldu. İlk beş olarak oyuna başladıktan sonra sürekli kariyer rekorunu kırdı ve son 9 maçın sadece bir tanesini kaybetti. Ligin en iyi takımı olan LosAngeles Lakers maçında 38 Sayı atarak başarısının tesadüf olmadığını gösterdi.

Bir anda haberlerin ilk sırasında yer aldı. Sosyal Medyada bir fenomen haline döndü. Amerikan ve Çin Medyası sürekli Lin'den bahsetti. Kahraman ilan edildi. Lin kelimesi geçen her yerde adı kullanıldı. Lion King gibi.  Onun için Linsanity (Çılgınlık) Lincredible (İnanılmazlık) denilmeye başlandı.

Hayatı boyunca sürekli küçümseyen gözlerle bakılan Lin hiç yılmadı. İlk olarak bu süreç; babası ona basketbol'u öğretmeyerek başladı, Ivy League'ndeki okullara gönderdiği kayıtları hiçbir okul beğenmedi ve kabul edilmedi, Draft listesinde yer bulamadı, Golden State takımında kendine yer edinemedi ve Houston Rockets takımı sözleşmesini feshetti. Tam 5 kez inancını bırakması için sebebi vardı; ama Lin inanmaya ve çalışmaya devam etti. Amerika'daki Asyalı göçmenlerin idolu oldu.

Şimdi takımına büyük yarar sağlıyor.
Ve geleceğin yıldızlarından (MVP) biri olacağına inanıyorum.

Ahmet Alper
20 Şubat 2012
İstanbul